Sarıyer’deki hayallerimize ne oldu?
Bize o zaman aşırı makul görünen bir sürü sebeple ilk evimiz için Sarıyer’de karar kılmıştık. 2019’un sonbaharında çok ev gezdik, Büyükdere istiyorduk ama hep bir şanssızlık çıkıyordu, bulamıyorduk. Sonra hiç düşünmediğimiz ters bir köşeden bir ev çıktı, biz o tarafı istemiyoruz ama bir bakalım dedik. İlk defa bir eve ilk görüşte ısındık, akşamına gaza geldik ve ertesi gün ailelerimizin tüm itirazlarına rağmen evi tuttuk.
Benim yurtdışı başvurularımı arttırdığım bir dönemde hızlıca evlenmiştik ve durumumuz netleşene kadar idare edebileceğimiz bir ev vardı. Dolayısıyla çeyizli, gelenek görenekli evlenmemiştik ve hiç eşyamız yoktu. Sıfırdan eşyalar, mobilyalar, mutfak malzemeleri, perdesiydi, boyasıydı derken kendimizi bambaşka bir dünyada bulduk yeni evle birlikte.
Yeni projem sebebiyle en az 3 yılı İstanbul’da geçireceğimizi kesinleştirmiştim ve bu yüzden ilk evimizi gönlümüze göre yapabilirdik. Ev dubleksti, ama tek kat düşünsek küçük bir 2+1. Üst katındaki balkon deniz manzaralı, yan pencereler ahşap evleri görüyor. Evin hiçbir odasında perde kullanmamıza gerek yoktu. Düzenimiz oturmaya başladıkça evi daha çok sevmiştik. Her akşam iş çıkışı yemek yediğimiz lokanta mis gibiydi ve bu rutin çok tatlıydı. Sarıyer böreği diye bir şey olmadığını anlayacak kadar börekçilerini çözmüş, favori meyhanemizi belirlemiştik. Üst kattaki balkonlu oda benim çalışma odam gibi olacaktı, acelesi olmayan listeler yapıyorduk o oda için. Beşiktaş – Rumeli Kavağı sahil şeridini yürümeyi yaklaşık 1 ayda tamamlamıştık geze geze. Sırada Anadolu yakasında bunu yapmak vardı, bahar planımız belliydi. Eminönü’ndeki kampüse Sarıyer’den kalkan sabah vapuruyla bir buçuk saatte gidiyordum ve bu benim en muhteşem toplu taşıma deneyimim oldu her gün.
Evi tam istediğimiz hale getirecek tek bir şey kalmıştı. Arkadaşlarımızı davet edeceğimiz büyük bir parti. Parti dediğim de rakı tabii. Anason işlerinin posterleriyle donattığımız bütün evi küçük bir meyhane gibi hissetmeye başlamıştık. Bir gecede kaç kişiyi yatırabileceğimizi, merdivenin ilk basamağının da bir sandalye görevi görüp göremeyeceğini tartışıyorduk, sarhoş olup merdivenden düşen olur mu geyiğinden de bıkmıyorduk.
Yaklaşık 2 ay içinde yeterli sayıda rakı bardağına ulaşmıştık ve hazırdık. Tam Mart’a denk geliyor. Eve kapandık. Yalnız kaldık. Erdi işini kaybetti. Yemek yapmak zorunda kaldık, her gün. Böyle böyle yaz geldi. Balkona sadece 3 kere çıktık. Balkonda hiç rakı içmedik.
Çalışma masamı denize doğru konumlandırdım evden çalışmaya başlayınca. İçim açılsın. Tam 7 ay bu masada arkamda kolilerle çalıştım. Hani acelesi olmayan listeler vardı ya, onlara hiç sıra gelmedi, e o koliler de hiç açılmadı. Bu 7 ayın tam ortasında yaşadığım bir kırılma ile her şey yeniden tepetaklak oldu ve biz taşındık.
Kırılma bu bloga giden yoldaki taşların birincisi ve orada yazacak çok şey var. Sarıyer’i “tamam tamam erken davranmışız” kabulüyle terk ettik, ailelerimize ve arkadaşlarımıza hak vererek şehir merkezine geri geldik. Geri gelmek çünkü ben Feriköy’lüyüm, Erdi Beşiktaş’lı. Fazla alışık olduğumuz kalabalıktan kaçmak istemiştik, ya işte öyle büyük laflar. Hayallerimiz büyük lafların altında kaldı. Şimdi ilacım bitince gidiyorum Sarıyer’e, doktorum orada kaldı çünkü. Her gidişimde “Biraz daha iyi hissediyor musunuz?” diye sorup, “iki aylık yazıyorum yine” diye ekliyor.
“Evet, lütfen! ben çok zor geliyorum buraya” diyorum, başını sallıyor.