Normalleştim mi?
Bugün kısa bir araştırma ziyareti için geldiğim Trieste’de üçüncü günüm. On günlük karantinamın da üçüncü günü demek bu. Çok uzun zaman sonra saat kurmadığım bir cumartesiye uyandım. İş yükü fazla bir dönemin son günüydü dün bir anlamda. Yalnızlık, sessizlik ve ajandaya yazılı işlerin azlığı sayesinde biraz biraz kendimi dinleyebiliyorum bugün. Sanki buraya gelene kadarki kısacık bir ayda başka bir insanın içine girmişim veya pandemi öncesi kendime geri dönmüşüm gibi hissediyorum şimdi. Neler yaptım ben ya, valla aferin kız bana.
Nur’un üniversite sınavına hazırlanmak için bize yerleşmesiyle başladı bu dönüşüm. Yine online bir konferansta avatarımla boy gösteriyordum. Ne giyeceğimi dert etmiyordum ama konuşma yapmanın doğal gerginliği vardı üstümde. Kazasız belasız atlatınca Nur’u öptüm, bir buçuk yıl sonra. Bırakalım yurt dışı seyahati ben teyzeme bile gitmiyordum, anneannemi kapıdan görüyordum hala. Erdi de işteydi artık ve tek başıma halletmem gereken bir sürü iş vardı. Ayrıca adettendir, insanlara bir hoşçakalın demem gerekiyordu. Ve bunların hepsi oldu. Sıklıkla vurguladığım normalleşememe durumunu aşmış gibiydim.
Uzun zamandır üç boyutlu görmediğim arkadaşlarımı, balkonumuzun genişliğine dayanarak rahat rahat ağırladım. Özlem uygun kelime değil ama uygunu da bulmak zor. Hepsinin arkasından kapıyı kapatınca Erdi’ye benzer şeyler söylediğimi farkediyorum. “Bir daha hiç bir araya gelemeyiz sanmıştım!” Abartılı geliyor farkındayım, yazınca iyice abartılı buldum ben de. Tedirginliği bastıran keyiflilik tam olarak buydu ama. Geçen yaz yaşadıklarım sonunda ilk iyileşmeyi Feriköy’e döndüğümde hissetmiştim. Hızımızı alamayıp evi taşıdık sonra malum.
Hiçbir şeyde normali tutturamadığım gibi saçımı kesen, manikür yapan, istenmeyen kıllarla uğraşan tüm insanlarla kurduğum duygusal bağda da sınırları zorluyorum. Bu kadınların aniden hayatımdan çıkmasını ben istemedim. Onlar benim için herhangi bir hizmet aldığım insanlardan çok farklı bir yerdeydi ve ben bir buçuk yıl sonra onları da sırayla görmeyi başardım. Bazılarında ağlaştık. Annem bokunu çıkardın dedi.
Bir sürü insana sarıldım. Aşı oldum. Dışarıda yemek yedim. Eyleme gittim. Hayalini kurduğum gibi balkonda rakı içtik bir daha asla bir araya gelemeyeceğimize emin olduklarımla ve bir komşu teyze gürültü için uyardı. Ruh emici akademisyenlere rağmen işe güce devam ettim. Dün ilk tez izleme komitesine girdim ve çıktım. Nacisiz uçağa bindi Safiye. Telefonumu kaç kişi eline aldı da gık diyemedim. Transfer aracında şoför sakız uzattı, boş bulundum aldım. Şimdi bu misafirhane odasında kapıma ne bırakılsa yiyorum. Silmediğim her ambalajda aklımda Erdi.
İstanbul Sözleşmesi’nden resmen çekildiğimiz gün yoldaydım, bir gün sonra izledim her şeyi. İçimde kaldı ama enerji çok tanıdık, fotoğraflardan videolardan geçiyor. Eğer orada olabilseydim başlık “Yoksa siz hala normalleşmediniz mi?” olurdu, hala emin değilsem bir iki eylem, bir onur yürüyüşü eksik kaldığından. Yok öyle fırsattan istifade islamcılık. Pandemi boyunca işsizliğe ve borç batağına sürüklenen tüm müzisyen arkadaşlarımızın yaşadıklarını biz biliyoruz. Aylarca kapalı kalan barlar meyhaneler sizin rejim hayallerinize kurban gitmeyecek. Asıl biz bize yeteriz pis herifler, siz gölge etmeyin, çekilin şöyle kenara. Ben neden böyle tatlı hislerle başladığım yazımda böyle gergin bir sona sürüklendim? Onur yürüyüşü müdahalesi ve akıl almaz tahliye haberleri ile geçen hafta bitti yenisi başladı. Emine Erdoğan’ın alışveriş tavsiyelerini evden çıkarken Erdi okudu. İndim #İstanbulSözleşmesindenVazgeçmiyoruz eylemleri, sonra 2 Temmuz derken şiştim. Yalnızken gündem hiç olmuyormuş, bir sonraki kritik hatada görüşmek üzere. Ciao!