Neler insan içindir?
2021 ajandamı çekmeceye kaldırmadan önce şöyle bir karıştırdım ve ilk sayfasındaki yeni yıl beklentilerimi okudum. Meğer dileğim gerçekleşmiş ama ben bunu dilediğimi bile unutmuştum gerçekleşme anlarında. Meyhanelerimize dönebilmeyi dilemişim. Durup düşünmem gerekti o yılbaşına dair, anlamadım önce bu ne minnoşluk.
O tarihte -tam bir sene önce bugünlerde- panik atak teşhisim ve ilaçlarımla birlikte devam eden bir terapi sürecim vardı. Ne hayallerle kurulduğumuz Sarıyer’den ben bir tık normalleşebileyim, annemi babamı görebileyim diye yeni taşınmıştık. Evden çalışmakta, hiç dışarı çıkmamakta, sosyalleşmemekte, kolonyayla duş almakta, hijyen takıntısında ve sağlık anksiyetesinde 1 yıla yaklaşmıştım. Anneanneme alzheimer teşhisi yeni konmuştu. Şurama kadar dolduğum günlerdi. Yılbaşı gecesi evde rakı masası kurarken yeni yıldan meyhaneye gidebilmeyi ve arkadaşlarımı görebilmeyi dilemişim, doğal olarak, meyhane aslında torba dilekmiş.
Bir ay sonra İtalya’dan gelen ziyaret davetini kabul ettim ve allah sizi inandırsın yedi sülalemin enerjisi arttı. Kabul etmiş olmak; yavaş yavaş dışarı çıkıyoruz, atta gidiyoruz, bir iki arkadaş görüyoruz, sarılmıyoruz ama sırnaşıyoruz demekti. Gitmek şüphesiz çok şeyi normalleştirdi ama Erdi ve Nur’un beni gitmeye hazırladıkları o aylar asıl iyi gelen kısımdı gibi hissediyorum bugün. Bu blog onlar sayesinde o tarihlerde açıldı ve benim için ciddi bir iyileşme hamlesi oldu, bilmezdim bunu istediğimi. Sonra Nur sınava hazırlanırken bize yerleşti ve bu en büyük ikinci hamle oldu. Her an, herkesle ve birbirimizle ve her şeyle dalga geçebilme özelliğimiz ben elendiğim için yok olmuştu. Nur’un varlığı demek bu oyuna geri dönmekti. Öyle yaşamayınca delirir insan, delirmiştim. Daha da iyisi, madem bir gidiş var diyerek uğurlamaya gelen arkadaşlarımdı. Hatta Serkan bile denk geldi. Hepsinin arkasından uzun temizlikler yaptım, kapı kollarına çakmak çaksak alev alırdı ama olsun. Her biri hiç farkında olmadan bana beni hatırlattı.
Madem bu kadar duygu seli, dozu artırıyorum. Tarihler 8 Mart’ı gösterdiğinde ben dışarı çıkmakta büyük problem yaşıyordum. Erdisiz markete bile gidemiyordum. O, ben ve zihnimin saçmalıkları alanında uzmanlığını almıştı ve birlikteyken her şey çok kolaydı. Sadece pandemide arşa çıkan bir hastalık hastalığı değildi gündemimiz, panik atak da dönüştürüyordu insanı. Bir kulağım hep kalbimdeydi ve eğer ikinci kulağımı da kalbime kaptırırsam Erdi bunu anlıyor ve parmak şıklatıyordu. Öte yandan kendimi bildim bileli gece yürüyüşüne giderim ve sokaklardaki beni hatırlamak için bu iyi bir fırsattı. Hele en son bir önceki 8 Mart’ta eyleme gitmiş, bir daha da kalabalık görmemiş biri için. Gidemedim. Meydana kadar eşlik etmesini sonra ilk defa okula bırakılan kreş çocuğu gibi beni bırakmasını istedim. Ama meydanda ileri doğru bir adım daha atamadım ve dönmek istedim. Erdi geri dönmenin de bana iyi gelmeyeceğini biliyordu. Hadi biraz daha birlikte gidelim dedi. Ve o gece, polis kapattığı için normal bir yürüyüş olmasa da, oraya buraya benimle birlikte yürüdü. Hem elini sıkı sıkı tutuyordum, hem mahcup ağlıyordum hem de içimden bir kadının kadın yürüyüşünde bir erkek olarak ona tepki vermesi ihtimaline açıklama hazırlıyordum. Beni öyle görenler kim bilir ne düşündü, hala gözlerim doluyor aklıma geldikçe.
Günler hızlı geçti ve ben Erdisiz uzuuuun bir yola çıkmak zorunda kaldım. Hep uzaktan duyduğum o pcr testleri ve zorunlu karantinalar aniden gündemim oldu. Herkesi elinden tutup götürdüğüm aşıda yalnız kaldım. Temaslı karantinasına bile girdim de gık demeden işime baktım. Yükselmiş olan hijyen standartlarımın çok altında kalan bir evin kurallarına uymak zorunda kaldım, onu bana uyduramadım. İki ofis arkadaşım oldu, biri Wuhan’lıydı. Pandeminin başında korku filmi gibi izlediğimiz şeyleri yaşayandan dinledik. Arkadaşım “onları” yaşarken uzak bir şehirde bir irem “onları” yaşama ihtimaline tutulmuş ve korkudan bayılmıştı. Hayat çok garipti, üzgünüm ama böyle anlarda kendime vurmayı severim. Erdi’nin gelemeyişini bile içimde bir yerlere gizlenmiş olan annem buradan yorumluyor artık. Ay bunu da böyle yaşayacakmışım işte, ay işte kader, ay işte şans, ay her şey insan için, ay.
Neyse sulandı. Azıcık Trieste öveyim. Birlikte kurduğumuz ilk hayal bu şehirdi çünkü iki pozisyona başvurmuştum ve nasıl gaza geldiysek bu başvurulardan sonra evlilik kararı almıştık. Buradan kalan bir anlama boğma durumumuz vardı. Gitmeden önce yaşlı erkek akademisyen mobbingine de maruz kaldım, bir de öyle gaza geldim. Bal gibi insanların da arasına düştüm orada. Şehir de harikaydı. Serkan oraya da geldi. İlaçlar da orada bitti. Üç aylık bir çeşit iyileşme kampıydı, daha ne olsun. (Şu olsun, bi daha gideyim ama dönüşü olmasın.)
Döndüğümde İstanbul’da bıraktığım herkesten daha normal bir moddaydım, hemen özlediğimiz meyhanelerimize gittik. İşte o dilek o masalarda gerçek olmuş. Biri de çıkıp dememiş, sen bunu diledin bu yıla girerken diye. Bu yılın bir kötüsü Emre’nin doktorayı bırakması oldu, bence herkes bir noktada bıraksın onda sıkıntı yok ama Emre’m iyi olsun. Diğer kötüsü İtalya’dayken bu hayatta en çok hayalini kurduğum düğünü kaçırdım, Erdi bana canlı yayın yaptı, herkes gelinle damada onu sormuş. Erdi işte, bilemezler.
Eski ajandayı kaldırıp yenisini açınca, ona da böyle bir giriş yazasım geldi. Anason işleri ajandası kullanıyorum, sanırım dileklerime bir çeşit yanlılık katıyor. Bu yıla da rakıyla girdik, bugünkü zamlarla bilmeden son rakımızı içmişiz gibi. Neyse kötü bitirmek istemiyorum, minnoş dilekler bana kalsın, gerçek olurlarsa seneye yine yazarım. Ama kendime saklamama gerek olmayan bir büyük dileğim var, o da özgüven. Bu yıl önceki yılıma göre daha özgüvenli geçsin istiyorum. Çünkü eksikliğinin neler kaybettirdiğini bugün daha iyi biliyorum. Çok sevdiğim bazı kadınların bana sık sık öğütlediği gibi, mansplaining durumunda “yok o öyle değil” deyip masadan kalkmayı ve daha çok konuşmayı öğrenmek istiyorum. Ben yazıyı bitirene dek Berke ve Perit özgürlüğüne kavuştu. Bu haber gibi hem ferahlatıcı hem de mücadelenin devamı için umut veren bir yıl olsun.