bu harika bir soru

Daha fazla kalamaz mısın orada?

Trieste’de İtalyanca’nın bir lehçesi konuşuluyormuş. Zaten Slovenya ve Avusturya etkisiyle diğer İtalyan şehirlerine de benzemiyormuş. Yanlışlıkla burada İtalyanca öğreneni anlamazmış güneydekiler. Konu bunun gibi kültüre dayalı rassal bir bilgiye gelince, grup içinden biri merak ederek herkese tek tek soruyor; sizin ülkenizde başka diller, lehçeler konuşuluyor mu? Sıra bana gelince kültürel çeşitlilik güzellemesi yapamadım, Kürtçeyi anlattım. Hala anadilde eğitim hakkı bulamayanlardan girip, Erdi’nin anneannesinden çıktım. (Kayınvalidemden dinliyorum annesini sıklıkla, bir kurgu romandan farksız anlattıkları, zaman alıyor sindirmesi, belki birgün onu da yazarım.) “İstanbul Sözleşmesi” rozetimi çantamdan hiç çıkarmadım. Merak edip, “İstanbul” kelimesinin büyüsüne kapılıp, gelip sorsunlar istedim. Sordular. Her seferinde anlattım, Türkiye’den sayılar verdim, anıt sayacı gösterdim. En çok “Erdoğan diktatör mü?” sorusunu cevapladım. Orman yangınları, seller ve deniz kirliliği üzerine sözlük bilgim sıfırmış. Geceleri uyumadan haber takip ettiğimiz günlerin sabahında kırmızı gözlerimi anlatamayınca anladım, ülkem ve gündemi sayesinde bu eksiği de hızlıca kapatma fırsatı buldum.

2010’da İzmir ve Antalya arasını da rotasına eklediği uzun bir yolculuk yapmış buralı bir post-doc’la tanıştım. Çok sevmiş o tarafları. “Hiç şimdiki gibi değildi, mini etekli bikinili kadınlar vardı.” dedi. O an uğraşamadım, kadına değil ama düşündüklerine içerledim, açtım haritayı gösterdim, bak sen buraları buraları gezmişsin, oralar geçen hafta yandı bitti kül oldu dedim. Bu agresif tepkimi sonra çok düşündüm ama hala neden öyle davrandığımdan emin değilim. Gezip gördüğü yerlerin seküler taraflar olduğunu, şimdi gitse yine kadınları aynı şekilde bulacağını söyleyebilir, ikimizi de ferahlatabilirdim. Ama ben benim canımı yakan yangınlarla onun da canını yakmayı tercih ettim.

Voleybol maçlarını izlerken ve ilgili haberleri takip ederken neden bu kadar duygulandığımızı, dışarıya değil içeriye karşı kazanmanın mutluluğunu uzun uzun tarif edince beni iyice anladılar.

Yeterince iç karartan bu yazıyı ferahlatmaya çalıştım. Konuyla ve kişilerle ilgisi yok. Şehirle ilgisi var, bulut şehir Trieste’den gün batımı.


Tübitak bursiyeri olarak fonlandığım bir projem var. Geri döndüğümde göstermek üzere zorunlu harcamalarımın belgelerini saklamam gerekiyor. Merkezdeki öğrenciler kendi ülkesindeki bir kurum veya devletten fonlandığı için uygulamaya herkes aşina. Benim kira ödemelerimin banka dekontlarının kabul edilemeyeceğini, illa ki fatura gerektiğini buraya gelince öğrendim. Ama ev sahibim -doğal olarak- fatura düzenleyemiyordu. Okulum bu durumu “çözmemi” istedi benden, aksi takdirde yardımcı olamayacaklardı. Yazabileceğim her yere yazdım burada, iki gün boyunca bir satır kendi işime bakmadan fatura meselesini çözmeye çalıştım. Tam dört kere, “Ama siz ilk değilsiniz ki, herkesin enstitüsü kabul ediyor bu dekontları” cevabı aldım. Sonunda açıkça, “Benim enstitüm bana güvenmiyor, bizde genellikle böyledir.” demek zorunda kaldım bir bilene danışarak.

Ben geldikten bir ay sonra Erdi gelecekti, İtalya covid sebebiyle kapalı olduğu turistlere 1 Ağustos’ta aşı şartıyla açılacaktı. Evi, işi, bütçemizi, çiçeklerimizi ve tüm planları buna göre ayarlamıştık. İtalya sözünü tuttu ve dört farklı aşıyı kabul edeceğini duyurdu. Yaşasın, Türkiye de bu aşılardan birini almıştı! Hemen arkasından Türkiye’den aşılı da olsa turist almayacaklarını eklediler. Bi’ afalladık ama ölmedik. Erdi gelemedi, ben onunla yapmak üzere ertelediğim şeyleri yapmadan bir ayı daha geçirdim. Sonra buradaki büyükelçilikten bir çalışandan öğrendik, mesele sadece covid değilmiş, bizim ilişkiler kötüymüş. Yine afalladık ama çok da üstünde durmadık.

Gelişmekte olan ülkelere değinmeden olmaz. Bu sınıflandırmanın lehime olacağı bir programa başvurmak istedim bir başka fon için. Tek kriter doktoranın bu listedeki ülkelerden birinde sürüyor olması. Muhteşem. İlgilenen memur, Türkiye’yi duyunca üzüldü, “sanırım Unesco’nun ilgili listesinde artık yoksunuz” dedi. Ben de espri yaptım memur listeyi kontrol ederken, “Gelişmiş ülkeler listesine mi geçmişiz?” dedim, olur olur şahlanan ekonomi sonuçta. “Politik sebeplerle listeden çıktınız diye biliyorum, en son 2015’te sizden öğrenci almışız” dedi. Bu hangi liste, biz nasıl yok olduk detayları öğrenemedim. Ama buna da takılmadım, sadece biraz doldum. Uzun zaman sonra oturup yazma sebebim bu doluluk. Benzeri daha çok hikaye var ama hiçbirinde düşmanca bir hisle veya soruyla karşılaşmadım kişiler bazında. Uluslararası bir merkezdeyim, masada çoğunlukla her yerden insan oluyor. Öğrenciler merkezin amacı doğrultusunda çoğunlukla gelişmemiş veya gelişmekte olan ülkelerden geliyor, kim kimden niye nefret etsin. İnsanlar merak ediyor, az çok bildiklerini teyit etmek veya daha fazlasını öğrenmek istiyor, benzer saçmalıkları paylaşmak iyi de geliyor. Yukarıda bahsi geçen büyükelçilik çalışanı olası “nefret söylemleri” için kendilerine gelebileceğimi söylediğinde de bu yüzden şaşırmıştım. Yok artık ne alaka bakışı da atmıştım. Artık sona yaklaşırken bu kısa ziyarette anladım ki, benden nefret eden biri varsa o da ülkemin kendisi. Grazie!

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *