Gizli sekmeler insana neler yapar?
Bunca zaman sonra nasıl giriş yaptığımı bile unuttuğum blogumu şöyle bir karıştırdım önce. Pandemide yoğun kaygıyla mücadelede yazmak da etkili bir ilaç olmuştu ve gerçekten zihnim duruluyordu. En son 8 Mart 2022’de şu yazıyı yazmışım, peki sonra ne oldu, kapandı mı bütün sekmeler? Hemen Instagram arşivime bakıyorum, hızlandırılmış bir “previously on irem’in yolu”…
Son yazıdan sonra, İstanbul’da kalan son arkadaşlarımızı da yurtdışına uğurlamışız, doktoranın son düzlüğünde bir anksiyete atağı daha vurmus, o atak içindeyken Şebnem trafik kazası geçirmiş, yoğun çalışılan 2 seçim atlatmışız, doktora bitmiş, anneannem gitmiş, Nur da taşınmış, teyze olmuşum, İtalya’da pozisyon bulmuşum ve biz de taşınmışız. Tüm bunlar da yazıp iç dökmelik meseleler ama ben bir buçuk sene sonra ilk defa geçtiğimiz cuma günü, “vakit tamam, yazıyorum” dedim. Konumuz sağlık anksiyetesi (hayırdır inşallah). Son yıllarımı etkisi altına alan ve maddi manevi tüm sermayemi döktüğüm teşhisimdir kendisi. Doktorum (canım benim) alerjik/astım/bronşit çocukların, yetişkin olduklarında kendi fiziksel sağlıklarına yönelik daha duyarlı olduklarına dair bir istatistikten bahsetmişti. Bu oldukça makul benim için de, çünkü çocukluk denince aklıma gelen nefes alamadığım acil servisler ve bir takım müdahalelerle bana nefes aldıran doktorlar ve hemşireler. Ama tek başına bu istatistik yetmiyor, keskin bir faz geçişi de yaşadığım su götürmez bir gerçek, “ben hep böyle değildim” anlarının baş tacı. İşte o geçişi 2017 senesinde babamın bedeninin kimbilir neresinden beynine doğru yola çıkan bir pıhtı ile yaşadım, ben buna artık eminim. Yeni yeni anlıyorum ki kapatamadığım tüm sekmelerin arkasında gizli bir sekmeymiş bu, kapatmayı geçtim tekrar hatırlamaya bile cesaretim olmamış.
Ama işte geçen gün kaçamadım, Padova Neuroscience Center çatısı altında gerçekleşen bir etkinlikteydim. Uzun zaman sonra iyi hissediyordum; doktora araştırmam ilgi çekmişti, posterim beğenilmişti ve inanılmaz güzel bir villadaydık. Yılda bir yapılan bu etkinlikte merkez bünyesinde yürütülmüş en iyi 2 doktora tezi ödüllendiriliyor ve kazananların sunumlarını izliyoruz. İlk ödül sahibi “stroke (inme)” üzerine bir araştırma yapmıştı ve literatürden öne çıkan birkaç makaleyi görsel olarak koymuştu slaytına. Makale künyesini standart bir referans formatı yerine yayınlandığı dergiden bir fotoğrafla koymak benim de tercih ettiğim bir yöntem, hocam beğenmezdi mesela ama ben hep daha etkili bulurdum (al sana etki!). Neyse, ben hiç inme üzerine çalışmadım ama slayttaki makaleyi tanıdım. Bir süre çıkaramadım, acaba biri mi bana gönderdi diye düşündüm. Sonrası rezillik. Saniyeler içinde burnum tıkandı, gözlerim yandı ve ağlamaya başladım. Ben o konuşma nasıl bitti, ne kadar sürdü anlayamadım ama zihnime bir makale ile hücum edenlerin bende hissettirdiklerini yazmak istedim işte. Başlıyorum (çok şükür).
Babam o zaman 2 hafta Şişli Etfal’de (artık olmayan hastanemiz) yattı, bu beyne doğru yol alan pıhtının çıkış noktasını anlamak icin bütün tetkikler yapıldı, net bir şey bulunamadı. Nöroloji servisindeki doktorların babama nasıl bir araştırma iştahıyla yaklaştığını anlamak için inanın araştırmacı olmaya gerek yoktu, hepsini minnetle anarım. Ben İTÜ’deki doktoramın ders dönemindeydim ve babamın baş ucunda kendi araştırma alanımda okumadığım kadar çok nöroloji makalesi okumuştum. Ne olduğunu anlamak istiyordum, bilimsel merak mıydı, üzerindeki yoğun araştırmadan mı etkilenmiştim yoksa sadece babama faydam olsun mu istiyordum bunu bilmiyorum, evet hala bilmiyorum. Ama o 6 sene önce okuduğum makaleyi karşımda görünce anladım ki o gün sadece duygusal yaklaştıysam bile, bugünkü beni ve profesyonel hayatımı büyük ölçüde o günler şekillendirdi. Beyin ve nöroloji çok hızlı bir şekilde tek ilgi alanım haline geldi. Okuduğum kitaplar, izlediğim dersler, dinlediğim podcastler mide bulandıracak ölçüde tek bir konuya odaklandı. Doktora danışmanlarımla tez önerimi yazmaya başladığımızda biyolojik olarak da makul sayılacak modellere odaklandık, sonra Kadir Has’ta içinde ilgi duyduğum tüm anahtar kelimelerin geçtiği bir proje çağrısı çıkınca, aynı gün tüm hocalarım ve mevzuyu bilen arkadaşlarım bana o ilanı gönderdi. Beyin ağları üzerine, çok teorik de olsa epilepsi nöbetlerinin gelişini önceden tahmin etmeyi hayal eden bir doktora araştırmam oldu. Akademik kariyerim bu hatta ilerlerken sağlık anksiyetesi de ilmek ilmek işlendi o günlerden sonra içime. Annemin yüksek duyarlılığı babamı hayatta tutmuştu ve bu bilgi benim önce kendime sonra tüm sevdiklerime karşı duyarlılığımı arşa çıkarmıştı. Yeterince tetikte olursam önce kendimi sonra hepimizi sonsuza dek hayatta tutabileceğime dair saplantılı bir inanış. E kontrol edemediklerimin sayısı, edebildiklerimin sayısını geçince (e tabii) tüm devrelerimin yandığı karanlık günler yaşandı.
Bugün ferahlamış hissediyorum, daha doğrusu çok emek verdim bu anksiyete meselesine de meyvelerini toplamaya başlamışım gibi bir his. Öyle ki doktora sonrasında hastalık çalışmak istemiyordum ama veri güdümlü yürütülen araştırmaların çoğu sağlık bilimleri üzerinde yoğunlaşıyordu. İş ilanlarında daha projeyi okurken içim sıkılıyorsa nasıl birkaç sene çalışabilirdim ki? Algoritma sağolsun, anladı beni sonunda, yok artık sana hastalık dedi ve “beyin nasıl öğrenir” gibi sorular soran projeler çıkardı karşıma. (Şans?)
Şans demişken, tüm bunlar akışına bıraktım öyle oldu gibi bir hikayeyle de anlatılır, ama öyle olmadığını anladım ben o konuşmada. Geçen hafta çok sevdiğim iki arkadaşımla kariyer üzerine konuşurken birimiz tüm CVsinin şans ve tesadüfler üzerine inşa edildiğini, artık bundan emin olduğunu söyledi. Diğer ikimiz ona itiraz ettik, böyle hissettiren olumsuz faktörlerin farkına varmasını istedik. Ama şans faktörüne de hakettiği payı veren insanları (bilhassa akademisyenleri) severim, belli bir olasılıkla bu yolu deneyimledim, baslangıçtaki minik bir değişiklik sonucun altını üstüne getirecekti ve diğer olasılığı yaşayacaktım. Ama bu başlangıç koşullarında, yolun 2017 senesine denk gelen kısmında bazı parametre değişiklikleri yaşandı ve olanlar oldu.