Ben neden çamaşır makinesi ile sınanıyorum?
Bilenler bilir ve bugün bile dalga geçer; ben çok uzun yıllar kendi çamaşır makinemin olacağı günleri hayal ettim. Bu tutkulu hayalin tek sebebi annemdi. İki bilemediniz üç sene önce bu konuda içimi dökecek olsaydım, annem yüzünden derdim. Sakinleşen öfkemin sebebi de bugün kendi makinem olması veya annemin acayip değişmesi falan değil. Bilakis, değişmeyen tek şey benim annemdir. Benim meseleye bakışım değişti diyelim. Feminizm insanın geçmiş ergenlik sancılarına da iyi gelir diyelim. Yazı boyunca annemin “ne çok seviyorsun eski defterleri açmayı” sözü çın çın yapmasın diye burada defteri kapatıp günümüze geliyorum.
Artık nasıl bir anlam yüklemişsem ilk makinemle aşk yaşıyorum tabii ki. Evdeki her şeyi birinci çoğul ekiyle kullanmama rağmen, çamaşır makinesi “benim” gördüğünüz gibi. Bu arada teknik anlamda vasatlıktan ölecek, nerede o eski makineler yani cidden? Ama önemli değil işte, benim o. Kuzguna yavrusu misali. Yıkaması sıkması bitince bir de müziği var minik minik, huzurun sesi yemin ederim. Çalışırken izlemeyi de aşırı sevenlerdenim, bunu Erdi’ye de itiraf edince dünyalar benim oldu.
Bir buçuk yıllık evden çalışma, gönüllü kapanma ve Erdi’ye yanlışlıkla aşırı bağlanma sonucunda şu an geldiğim noktada, hayatımda gördüğüm en büyük evde yapayalnızım. Takvimi kontrol ettim, 20 gün olmuş. Ben 20 gündür yalnızım. Neyse bu evi tutarken tek bir soru sordum ev sahibine: “Çamaşır makinesi var mı?” 13 günlük karantinayı geçirdiğim misafirhanede çamaşırhane hizmetinden yararlanmak da yasaktı. Şimdi ben yeni tuttuğum evde saatlerce çamaşır yıkayabilecek miydim?
Yaşlı bir kadın olan ev sahibi ile evi geziyoruz ilk gün. Uzun zamandır kapalı olan bir ev belli ki, gördüğümüz her boştaki fişi taka taka ilerliyoruz. Çamaşır makinesini prize taktı ve hiçbir şey olmadı. Biraz uğraştı, itti kaktı ama yok olmuyor. “Senin eşin ne zaman gelecek?” dedi. Almanya osurunca demek istedim ama diyemedim. “O gelince bakar, erkek işi bu işler” dedi. İngilizce uçurumunun en kenarındaydık, direnemezdim. Hemen yıkanması gereken bir sürü şey vardı. Ev sahibi gittikten sonra da makine kendine gelmedi. Yan dairedeki kadını yönlendirdi gelip bakması için. Bu yeni komşumla birlikte İngilizce kelimeleri de kaybettim, artık sadece kaş, göz ve makine seslerini taklit etmek vardı. Sıkma taklidi çok eğlenceliydi. İki kadın karşılıklı makine dilinde konuşuyorduk. Ben artık çamaşır makinesi olmuştum.
Akşam saatlerinde bir meccanico geleceğini söylediler. Bu kelimeyi sevdim, yeniden umutlandım. Sonra tamirci geldi, artık kadınlığın dili de kaybolacaktı ki komşum sesi duyup kapısına çıktı. Bana kaş, göz ve kadınlıkla “ben onu tanıyorum, istersen gelebilirim” dedi. İstedim. Sonra tam 40 dakika boyunca üçümüz makinenin boş çalışmasını izledik. Güzel bir akşam.
Ertesi gün evin temizliği için bir kadın geldi, Maria abla. Tam ilk yıkama için deterjanı döktüm, düğmeye bastım, makine yine yok. Maria abla da beceremedi ve çok sinirlendi. Destek çağırmaya karar verdi. Hoparlörde konuşanlardan kendisi. Telefonda heyecanlı heyecanlı anlatınca teknik servis bulduk sandım, ses de nasıl tanıdıktı, insan insana benziyordu demek. Aniden telefonu bana uzattı ve telefondaki adam kahkahalarla dedi ki: “İrem ev bulmuşsun çok sevindim, acil bir durum var belli ki ama ben ne yapabilirim?”. Ben bu cümleyi anladıysam artık İtalyanca duymuyorum demektir, tüm nöronlarım bir dakikalık saygı duruşunda ve bam! Maria abla henüz yüz yüze tanışmanın nasip olmadığı hocamı aramış meğer. “Ben de bilmiyorum sizi neden aradık hihihi” diyebildim. Maria abla yerinde duramıyordu, annemin “böyle terbiyesizlik olmaz” bakışı vardı onda. Ev sahibimi aradı, ertesi sabah gelecek yeni bir meccanico’nun müjdesini vererek gitti. Sabah gelen yeni tamirci, ev sahibim, komşum ve ben sadece sıkma programını izledik. Güzel bir sabahtı.
Photo by Teona Swift from Pexels.