Hatırlar mısın anneanne?
Geçen gün Bomonti Hepimizin İnsiyatifi’nin yıkılan Bomonti Bira Fabrikası ek binalarının önündeki toplanma çağrısını gördüm ve katılmayı planladım. İşle ilgili bir aksilik çıktı ve gidemedim ama şu kısacık ömrümde şahit olduğum tüm tarihi yıkımları ve yıkım teşebbüslerini hatırlattı bana. Önce Emek tabii aklıma gelen, kalbim paramparça olmuştu, Nur’un o salonda film izleyemeyecek olmasını aklım almıyordu. Gezi. Lise yıllarımın güzelliği Beşiktaş İskelesi, buradaki son çayını burayı kaybetmemek için yapılan eylemde içeceksin deseler, inanmazdım.
Böyle böyle düşünürken, yasaklar içinde adrenalin dolu bir cumartesi yürüyüşünde Gazi Sineması’na denk geldim. Çocukken kardeşimle el ele tutuşturulup gönderildiğimiz sinemamız, aşağıdaki fotoğraf bu yürüyüşten. Nur alışveriş merkezi dışında -sokaktan girilen- bir sinemada film izlemiş miydi acaba, bunu bilmediğimi farkettim. Sonra anneanneminki gibi bir sıçrayış yaşadı zihnim, benim çocukluğumdaki Feriköy’e gittim. Bu hafta Şebnem’in yeni cafesinin açılışındaydık, Feriköy’le Bomonti’yi bağlayan caddede. Feriköy-Bomonti değişimini düşündüm. Mesela ben çocukken koyun sürüleri vardı ilk bunu hatırladım, arkalarında bıraktıkları dışkıların üstünden bisikletle geçmeyi sevdiğimi ve onları zeytin sandığımı hatırlıyorum. Bu nasıl bir anıdır şehir merkezinde diye düşünüp, kendimden şüphe edip küçük bir arama yaptım, geçen sene Tokat’ta şehir merkezinden geçen koyun sürüsü ‘renkli görüntülere sebep oldu’ diye haber olmuş. Sıradaki soru şu oluyor tabii: “İstanbul’da şehir merkezinden geçip haber olmayan koyunlar! yuh ben kaç yaşındayım?”.
Evden bisikletle dümdüz gittiğimde şimdilerde ünlü olan pazar yerine varılıyordu ben çocukken, ve pazar kurulmayan günlerde orası tekinsiz bir bölgeydi, bisiklet için psikolojik ve mecburi sınırımızdı. Bir keresinde Şebnem’i köpek kovalamıştı orada, o anlar da fotoğraf gibi aklımda valla. Neyse, şimdi aynı evden bisikletle çıkan biri iki plazanın içinden de bisikletle geçmeli pazara girmek için, benim bile kafam karışıyor yeni Bomonti’de. Tam o sınır bölgesinde atlar başlıyordu bir de. Kavun karpuz taşıyan at arabaları sıra sıra dururdu ve bildiğimiz at kokardı oralar. Bu koku vurgusunu da muhtemelen şu yüzden yapıyorum; orada şimdi pahalı bir spor salonu var ve ne zaman önünden geçsek aşırı parfüm kokusu geliyor sokağa ve ben hep bu kokuya şaşırıp, kokuyla ilgili bir şeyler anlatıyorum Erdi’ye. Yani çok da yaşlı olmadığımı düşünsek biraz hızlı değişmiş her şey.
Anne tarafından üç kuşak Feriköy’lü olduğum için, buralarda değişimin benden öncesinin de izini sürebiliyorum. Annemler uzun bir süre taşıma suyla yaşamışlar mesela, evin su taşıyıcısı annemmiş, o yüzden bunu çok dinledim. Annem ve teyzemlerin anılarıyla 70 ve 80’lerde İstanbul’un göbeğinde genç kadınlar olmayı uzun uzun yazmak istiyorum, bu kısmı şimdilik burada sonlandırıyorum ama yadırganacağından eminim. Benim çocukluk anılarımı nasıl yadırgıyorsa bugünün semt sakinleri -ve hatta ben-, annemlerin yaşantısını da öyle yadırgayacaktır. Bazı devrimler (evet devrim niteliğinde şeyler) çok zaman almış, Şişli’de bile.
Annem çocukluk ve gençlik yılları için güzel hatırladığı tek şeyin sinemalar olduğunu söyledi bir keresinde. Bugün artık olmayan ve hatırlanmayan, İnci, Atlas, Site, Konak ve Arzu Sinemalarını, açık hava gösterimlerini çok severlermiş ailecek. Atlas Beyoğlu Atlas değil ama, şimdiki Ramada otel sırasında arada kalan bir Atlas, ben de Notre Dame’ın Kamburu’nu bu salonda tüm kuzenlerle izlediğimi hatırlıyorum, hani Sertab Erener’in Esmeralda’yı seslendirdiği. Bu kaybolan salonların tek tek yerlerini öğrendim annemden, bir zamanlar oralarda bir sinema olmasına inanamadım. Bu böyle gidecek belli ki, “burada kayalıklar vardı ve biz çay içerdik vapuru beklerken” dediğimde de Nur inanamıyor şimdi. Nesiller boyu inanamıyoruz.